Yurt Dışı

Paris Gezisi (4 Günde Paris Nasıl Gezilir?)

Paris, Paris Gezisi, Paris Gezi Rehberi, Paris Gezi Notları, Paris Gezilecek Yerler, Paris gezi tavsiyesi

Yeniden merhaba! Son yazımda Paris’e doğru birlikte yola çıkmıştık. İlk günümüzün gezi planında Louvre müzesi ve civarını gezmek var. Gelmeden önce hava durumuna bakıyoruz ve bugünün yağmurlu olduğunu görüyoruz. Eiffel kulesine çıkmak için iki gün sonrayı seçiyoruz, böylece güneşli ve çok daha berrak ve keyifli bir görüntü oluşacağını düşünüyoruz. Metro ile Palais Royal Louvre durağında inip, Louvre müzesine doğru yürüdüğümüzde bizi meşhur piramitli bahçesi karşılıyor. Sadece çevrenizi saran binaya baktığınızda bile müzenin ne kadar büyük olduğunu anlıyorsunuz. Aslında bir gün bile hakkıyla gezmeye yetmeyebilir ancak sınırlı sürede biz müze için 3 saat ayırmayı planlıyoruz. Önceden bilet almadığımız halde hiç sıra beklemeden müzeye giriş yapıyoruz. Nasıl mı? Hemen size anlatıyorum:)

Paris Gezi Notları 1. Gün

Louvre Müzesi

Müzenin herkesin bildiği orta alandan (piramitlerin olduğu) bir girişi var ve tüm ziyaretçiler burada sıra bekliyor. Şimdi kafamızı kaldırıyoruz ve karşımızdaki devasa Carrousel’e doğru yürümeye başlıyoruz. Carrousel Arc de Triomphe kapısından geçip,  alt geçiti görünce alışveriş merkezi olan bu girişten aşağı iniyoruz ve sonuna kadar yürüyoruz. Bu alt geçitteki alışveriş merkezinde, tersten piramitin olduğu noktada, müzeye giriş biletlerinin satıldığı ofisleri görüyoruz ve hiç sıra beklemeden biletimizi alıp müzeye giriş yapıyoruz. Özellikle yaz aylarında kimse diğer kuyruğa girmek istemez diye düşünüyorum ve bu öneriyi şöyle bırakıyorum 🙂
Müzeye girmeden önce İngilizce bir müze haritası alarak gitmek istediğiniz salonları takip edebilirsiniz. Ve tabiki de tüm okların gösterdiği meşhur Mona Lisa tablosunu da görmeden olmaz. Biz Mona Lisa’yı görmeden önce gezmek istediğimiz salonların yarısını gezmiştik, eserin sergilendiği odaya girdiğinizde resmen izdiham diye adlandırılabilecek bir insan kalabalığı bizi karşılıyor.  Mona Lisa tablosu küçük bir salonda sergileniyor ve önüne çekilmiş halatların önünde bir de güvenlikler bekliyor. En öne ulaştığınızda bir süre bakmanıza izin verip halatı açıyorlar ve çıkmanızı bekliyorlar. İnternetten açıp saatlerce inceleyebileceğimiz tablonun fotoğrafını buradan zar zor çekmeye çalışmak anlamsız gelse de birkaç poz çekiyoruz. Çoğu esere göre ise çok daha küçük olduğundan ve insanlarla arasına mesafe yarattıklarından orada durup incelemek zaten imkansız. Açıkcası benim gözüm Mona Lisa’nın tam karşı duvarında bulunan ve boyutu bir duvar kadar olup ayrıntılarıyla büyüleyen tabloda kalıyor. Sizler için bir diğer önerim de tabloları ve diğer tüm eserleri incelediğiniz kadar tavanlara da göz atmanız. Baş döndürücü tavanlardan biz çok etkilenmiştik.

Champs-Elysees (Şanzelize) ve Arc de Triomphe (Zafer Takı)

Louvre müzesinden çıktıktan sonra Jardin des Tuileries yönünde yürümeye başlıyoruz. Bugün için çizdirdiğimiz rotamız, müzeden sonra sırasıyla Place de la Concorde (Concorde meydanı), Arc de Triomphe (Zafer takı), Champs-Élysées (Şanzelize) ve Eiffel kulesi. Bu şekilde bir rota çizdirdikten sonra geceyi Eiffel’de bitirmek istememizin sebebi ise ışık gösterisini izlemek. Biz yazın gittiğimiz için hava 10 gibi kararıyordu ve saat başı 5 dakika süren ışık gösterileri başlıyordu Eiffel kulesinde. Müzeden Arc de Triomphe’a kadar 4 km gibi bir mesafe olmasına karşın, bu rota üzerindeki yerleri görmek açısından yol yazın yürümeye uygun ve keyifli bir gezi oluyor. Champs-Élysées’de yürürken kendimizi Fransız filmlerinde gibi hissediyoruz, yanımızdan atlı askerler geçiyor. Aynı zamanda da en ünlü otomobil markalarının mağazaları (burada ilginç tasarımlı arabalar da sergileniyor) veya lüks giyim markalarının mağazalarına göz atmayı da ihmal etmiyoruz. Bu mağazaların önünde özel güvenlikleri oluyor ve çanta kontrolü yapılıyor.  Bunların yanı sıra, özellikle Abercrombie&Fitch’in mağazasına girmenizi öneririm. Yolun sonunda Arc de Triomphe’ı da ziyaret ettikten sonra, çıktığımız bu uzun yokuşu geri dönüp inmeye başlıyoruz.

L’Entrecote de Paris

Ve yemek zamanı. Yol üzerinde “L’Entrecôte de Paris” restoranında yemek molası veriyoruz. Bu restoranın özelliği size altında mumlar yanan sıcak bir tepside antrikot servis etmeleri, yanında da sınırsız french fries yiyebiliyor olmanız. Lezzetli bagetler de eklenince yemeğiniz adeta bir lezzet şölenine dönüşüyor. Buradaki çoğu restoranda fix menü şeklinde yemek öncesi salata geliyor, ve su içmek istediğinizde şişe almadan bardakla su rica edebiliyorsunuz (Paris suyu istiyorum diyebilirsiniz:). Biz yediğimiz yemekten çok memnun kaldık, size de tavsiye ederiz. Restoranda yediklerinizle tıka basa doysanız da, cadde üzerindeki meşhur pastane Ladurée Paris dükkanına uğrayıp birkaç makaron alabilir ve kendine has atmosferini soluyabilirsiniz.
Gün sonunda cadde üzerinden metroya binip Trocadéro durağında iniyoruz. Buradaki merdivenlerden aşağı indiğinizde muhteşem Eiffel kulesi manzarasıyla karşılaşıyoruz. İlk gördüğünüzde gerçekten etkileyici bir manzara, tabi birkaç gün geçirdikten sonra birçok konumdan kafanızı çevirdiğinizde Eiffel’e denk geliyorsunuz. Gözünüz alışıyor bir yerden sonra:)

O zaman bu yazıyı gece saat başı gerçekleşen Eiffel ışık gösterisinden bir kare ile sonlandıralım. Paris’te ikinci günümüzde görüşmek üzere, hoşçakalın!


Paris Gezi Notları 2. Gün

Notre-Dame Katedrali

Ve Paris’te 2.gün sabahımıza klasik bir Fransız kahvaltısı ile başlıyoruz. Kruvasanlar, bagetler, peynir çeşitleri ve kahve.. Güzelce enerjimizi topladıktan sonra tekrar düşüyoruz yollara. Bugün hedefimizde Notre-Dame Katedrali, Pont Alexander III köprüsü, Grand Palace, Petit Palace, Luxembourg bahçesi ve Moulin Rouge var. Notre Dame kathedrali Fransız hristiyanlık tarihinin en önemli simgelerinden biri. “Ile de la cité” adasında, yani Paris’in ilk oluşmaya başladığı “Şehir adası”nda yer alıyor. Notre Dame katedrali Fransız gotik mimarisinin de en eski örneklerinden biri. Temeli 1163 yılında atılan, 1345 yılında ilk versiyonu tamamlanmış olan katedralin, yıllar geçtikçe son haline gelişini anlatan panolar da içerisinde yer alıyor. 1790 yıllarında Fransız ihtilalinin kutsal yapılara verdiği zarardan yıkılmadan kurtulmuş olsa da, kutsal imgelerin zarar görmesi sonucu 1845 yılında tekrar köklü bir restorasyon geçiriyor. Ve yıllar boyunca günümüze kadar restorasyonu devam ediyor. Biz pazar günü gittiğimizde pazar ayinine denk geliyoruz ve katedralin büyülü ortamında biraz vakit geçiriyoruz.

Pont Alexander III Köprüsü 

Katedralde vakit geçirdikten sonra, Sen nehrinin kenarından Pont Saint-Michel, Pont Neuf, Pont des Arts, Pont du Caroussel, Pont Royal, Pont de la Concorde köprülerini geçerek meşhur Pont Alexander III köprüsüne ulaşıyoruz. Ama öncelikle Pont Neuf köprüsündeki aşk kilitlerine uğrayıp bir tane de biz eklemeyi unutmuyoruz:) Sen nehri kenarında bir çok ressam kendi çizdikleri Paris manzaralarını da içeren hediyelikleri tezgahlarında satışa sunuyorlar. Bu resimlerin bazıları ünlü ressamların tablolarının ufak birer kopyası. Biz de buradan Van Gogh’un “Café Terrace at Night” tablosunun bir eskizi olan magneti ve güzel bir Paris manzarası parşömeni alıyoruz. Sayfanın en sonunda aldığımız magneti görebilirsiniz. Eski gemilerden oluşan kafeler de Sen nehrinin kenarını süslüyor. Uzun süredir yürümenin verdiği yorgunlukla, biz de bu kafelerden birinde mola veriyoruz. Sen nehrinin de tadını çıkarmak lazım değil mi:) Pont Alexander III köprüsüne ulaşmadan önce yol kenarında Orsay müzesini de görüyoruz, köprüden geçtiğimizde de Grand Palace ve Petit Palace bizi karşılıyor.  Buradan tekrar köprüden öbür tarafa geçip Musée de l’Armée yönünde yürüyerek ara sokaklara giriyoruz. Hedefimiz Luxembourg bahçesine ulaşmak.

Jardin du Luxembourg (Lüksemburg Bahçesi)

Luxembourg bahçesine giderken girişe yakın bir pastaneden birkaç farklı çeşitlerden oluşan makaronlar alıyoruz. Paris’teki bahçelerde yuvarlak alanlı bir yeşillik veya göl kenarı olsun farketmez, kenarlara dizilmiş sandalyelerde oturup vakit geçirebiliyorsunuz. Çocukları ile gelenler, kitap okuyanlar, uyuyanlar mı dersiniz, kısacası insanlar hava güzel olduğunda buralarda vakit geçirmeyi seviyorlar. Biz de hemen ortama uyum sağlayarak gerçek bir Parisian gibi (Paris’te doğup yaşamış biri gibi) keyif yapıyoruz:) Luxembourg bahçesi inanılmaz büyük. İlerledikçe bizi daha da güzel sürprizler karşılıyor. Yuvarlak bir çardağın altında, eski zaman kıyafetleri ile vals yapan bir grup insan mesela. Yaşlılar sandalyelerde oturarak izlerken, biz de ayakta bu coşkuya eşlik ediyoruz. Bahçe, uzun süre vakit geçirip keyif yapmak için ideal, zaten insanlar da bu güzel havada çimlere yayılmış sandviç ve içecekleri ile anın tadını çıkarıyorlar.

Shakespeare and Company

Luxembourg bahçesinde epeyce vakit geçirdikten sonra meşhur Shakespeare and Company kitapçısına doğru yola çıkıyoruz. Burada takip ettiğimiz yol bizi Sorbonne üniversitesinin kenarından, üniversite duvarlarını geçerek, kitapçıya ulaştırıyor. 1919 yılında, yani yaklaşık 100 yıl önce açılmış bu kitapçıyı çoğumuz Before Sunset, Julie&Julia ve Woody Allen’ın Midnight in Paris gibi filmlerden biliriz.  İçeriye girdiğinizde sizi eski çağlardan kalma özelliğini korumuş eski bir kitapçı karşılıyor. Duvar boyunca raflar, asma katlar ve o küçücük alanda alabildiğine kitap.. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Kapısında ise indirimli kitaplar var ve size özel ingilizce şiir yazan genç biri oturuyordu biz gittiğimizde. İsterseniz, kendi belirleyeceğiniz bir ücret karşılığı ona şiir yazdırabiliyordunuz. Kitapçının çevresindeki restoranlarda ise tam bir ortaköy havası hakim, neden derseniz, kapıda duran menüye göz gezdirdiğiniz anda bir garson gelip sizi içeri çekmeye çalışıyor. Biz de burada La Bucherie pizza restoranında öğle yemeğimizi yiyoruz ve en yakın metro durağından metroya binip biraz dinlenmek için otele doğru yola çıkıyoruz. Kilometrelerce yolu yürümek elbette arada dinlenmeyi de gerektiriyor:)


Paris Gezi Notları 3. Gün

Moulin Rouge

“Paris’te 3 gece 4 gün: Yola çıkıyoruz” yazımda da belirttiğim gibi biz bu seyahatimizde Clignancourt bölgesinde bir otelde kaldık. Gece yürüyüşe çıkıp yakında birkaç yeri daha görelim dediğimizde, Moulin Rouge’a yürüyebileceğimizi görüyoruz. Ve yola çıkıyoruz. Clignancourt’tan Montmarte’ye yürürken yol üzerinde gençlerin takıldığı birçok kafe var. Uzun merdivenlerden çıkıyor, iniyor ve Moulin Rouge’un olduğu sokağa varıyoruz. Aslına bakarsanız burası enteresan bir cadde, ancak gece buranın ışıklı halini fotoğraflamak güzeldi.

Dönüşe geçtiğimizde biz de bir kafede oturup birşeyler içmeye karar veriyoruz. Siparişi verip beklerken bardak altlıklarında Amélie filmindeki Amelie’nin saç kesimiyle birleştirilmiş bir tasarım dikkatimiz çekiyor. Biz dışarda oturduğumuz için başta ilgimizi çekmese de içeriye dikkatli baktığımızda buranın filmin çekildiği kafe olduğunu görüyoruz. Şans eseri buraya gelmiş olmanın verdiği mutlulukla civarda başka nereleri görebiliriz diye hemen bir araştırmaya girişiyoruz. Filmi izleyenleriniz bilir, kafe, metro, atlı karınca sahneleri can alıcı sahnelerdir. Gece, kafe ve metroyu gördükten sonra, son günkü Montmarte gezimizde diğer sahnelerin çekildiği yerleri de görüyoruz.

Eiffel Kulesi

Bugünkü ilk adresimiz Eiffel kulesi! Eiffel kulesinin tepesinden Paris’i izlemek için yola düşüyoruz. Bunun için tekrar Trocadéro meydanında metrodan inip, aşağı inen merdivenlerde bol bol fotoğraf çekerek ilerliyoruz. Bu meşhur, herkesin fotoğraf çektirdiği ve güzel açılar yakalayabileceğiniz merdivenler işte tam da burası. Trocadéro bahçelerinden de geçerek Eiffel’e doğru yürüyoruz ve ulaştığımızda uzuun bir kuyruk bizi bekliyor. Önümüzdeki bir saati bu kuyrukta geçiriyoruz, siz de önceden biletinizi almadıysanız bu kuyruğu beklemeyi göze almışsınız demektir:) İyi tarafından bakalım, ara ara Eiffel’in her açıdan fotoğrafını çekebilirsiniz mesela.

Eiffel’den biraz bahsetmek gerekirse, kulenin yapımına 1887 yılında başlanmış ve 1889 yılında tamamlanmış. Fransız ihtilalinin 100.yıl kutlamaları için yapılan Paris dünya fuarının (Paris expo-1889) sembolü olması için inşa edilmiş. Yapımdaki öncü mühendis ve mimar Gustave Eiffel olduğundan da kuleye ismi verilmiş. Yüksekliği 81 katlı bir bina kadar. Eiffel kulesini araştırırken en hoşuma giden şeylerden biri ise, Gustave Eiffel’in ilk çizimleri olmuştu. Binanın boyunu üst üste özgürlük heykeli, Notre Dame katedrali, Vendome anıtı, Zafer takı gibi yapıları çizerek belirtmiş olmasıydı. İlk yapımına başlandığında demir ve biraz da estetik yoksunu bir yapı olacağı için sanatçıların ve entellektüellerin tepkisini çektiği belirtiliyor, ancak zamanla Paris’in sembolü haline geliyor. Bugün ise dünyanın en çok ziyaret edilen ücretli anıtı.

Eiffel’e girmek için alabileceğiniz iki tür bilet var. İlkini aldığınızda, ikinci kata kadar basamakları çıkıp buradan asansöre binebilirsiniz, veya diğer bilet ile direk asansörle en tepeye kadar çıkabilirsiniz. İkinci kat dediğimizde aklınıza apartmanın ikinci katı gibi bir mesafe elbette ki gelmiyordur. Ancak 600 basamak olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Her ne kadar yorucu olsa da, ilk kez burayı ziyaret edecekler için bu 600 basamak merdiveni yürüyerek çıkmalarını yine de öneririm. Adım adım demir kafesli Eiffel kulesinde yükseldiğinizi hissetmek güzel olabilir. Tabi bu merdivenleri ara ara durarak manzarayı izleyerek çıkmakta fayda var, yoksa bir işkenceye de dönüşebilir 🙂 İkinci kata ulaştığınızda sizi mükemmel bir manzara karşılayacak. Asansöre binmeden önce burada da biraz vakit geçirmelisiniz. Kulenin tepesine ulaştığınızda etrafında dolaşırken aşağıya dikkatli baktığınızda, tüm tarihi yapıları tek tek seçebiliyor olmak inanılmaz keyifli. Biz yaz ayında gittik ve fazlasıyla kalabalıktı.

Eiffel’den çıktıktan sonra önündeki Champ de Mars bahçesinde dinleniyoruz ve dondurma yiyoruz. Bahçenin girişinde seyyar dondurmacılar, krepçiler oluyor. Ayrıca farklı açıdan da bir fotoğraf yakalamak isteyenler ve Eiffel’de yorulup dinlenmek isteyenler için bu bahçe güzel bir seçenek olabilir. Ve Eiffel’den sonraki durağımız Opera Garnier.

Place de l’Opera (Opera Garnier)

Aslında hedefimiz Lafayette’ye gitmek iken opera binasını görüp, vaktimiz de varken girmek istiyoruz. Place de l’Opera’nın inşasına 19.yüzyılın sonlarında başlanmış. Mimarı Charles Garnier olduğu için bir diğer adı da Palais Garnier ve dünyanın en meşhur opera binalarından. Aynı zamanda Paris’in sembollerinden birisi. Opera binasının dış mimarisi kadar içi de fazlasıyla görkemli. İçeri girdiğinizde merdivenler, balkonlar, oyuklar birbiriyle birleşerek birçok insanın hem aynı anda bulunmasına, hem de hareket alanının olmasına olanak tanıyor. İç mekan süslemesi, heykeller ve süs eşyaları Barok tarzında ve altın renkler ağırlıkta. Tiyatro oyunlarından kostümler de katlarda camekanlarda sergileniyor.

İçeride bir diğer ilgimizi çeken ise tavanlara kadar uzanan kütüphane bölümü oluyor. 1670’lere uzanan tarihi opera metinlerini, kitapları, raporları da içeren inanılmaz zengin bir kütüphane burada sizi karşılıyor. Buradaki eserler antika değeri taşıdığından parmaklıklar ile korunuyor ve erişim sınırlı. Oditoryum salonuna girdiğinizde, at nalı şeklinde dizayn edilmiş ve yaklaşık 2000 izleyici kapasiteli bir salon görüyorsunuz. Oditoryumdaki bronz renkte kristal avize 7 ton ağırlığında ve binaya da adını veren Charles Garnier tarafından tasarlanmış. Görülmesi gereken o kadar fazla detay var ki opera binası içerisinde, bu binayı anlatmak için fotoğrafların yeterli olacağını düşünmüyorum. Yine de birkaç kareyi sizinle paylaşıyorum:)

Galeries Lafayette ve Lindt Paris

Bugünkü son durağımız ise Galeries Lafayette. Burası opera binasına yakın ve terasından güzel bir Paris manzarası yakalayabileceğiniz ünlü bir alışveriş merkezi. Genellikle pahalı markalara ev sahipliği yapıyor. Birkaç çok katlı binadan oluşan Lafayette’nin gurme lezzetler tadabileceğiniz ve yiyecek alışverişi de yapabileceğiniz kısmı da bulunuyor. Açıkcası biz terasından beklediğimiz kadar harika bir manzara göremedik, ancak yine de şehre uzaktan güzel bir bakış diyebiliriz. Ha unutmadan, Lindt çikolatanın Paris şubesi de buraya çok yakın. Hazır gitmişken, uygun fiyata çikolata satın alabilir, içeride yapılan sıcak çikolatanın da keyfini çıkarabilirsiniz.
Ve günün sonunda, bu kadar gezdikten sonra, yemek için opera binasının karşı çaprazında yer alan restoranlardan birine oturuyoruz. Her yer kalabalık ve dolu, dışarıda yer bulmak için birkaç yeri gezmemiz gerekiyor. Hazır fransız yemekleri yiyoruz madem, ördek yiyelim diyoruz. Tabiki herkesin kendi damak tadı ama biz ördek etini çok beğendik ve dönene kadar gittiğimiz restoranlarda tercih ettik:)

Paris’te 3.günümüz işte böyle geçti. Son günümüzde Montmarte ve çevresini birlikte gezmek üzere!


Paris Gezi Notları 4. Gün

Basilica Sacre Coeur

Bonjour! Paris’te bu 4 günde en çok kullandığımız kelime ile herkese merhaba. Bol bol Merci demekte de fayda var burada. Seviyor Fransızlar, İngilizce bile konuşsanız teşekkürü Fransızca etmenizi:) Bu kısacık ama dolu dolu Paris seyahatimizin son gününe gelmiş bulunuyoruz. Bavulları toplayıp, otele emanet olarak bırakıyoruz. Akşam trenimiz var ve o zamana kadarki son saatlerimizi değerlendirmek istiyoruz:) Bunun için de zaten, otelimize yakın olan Montmarte bölgesini bugün gezmeyi planladık. Montmarte denilince akla Sacre Coeur Basilica’sı ve sokak sanatçıları geliyor. İngilizcede ismi “Basilica of the Sacred Heart of Jesus” yani “İsa’nın kutsal kalbinin Bazilikası” olarak geçiyor ve şehrin en yüksek noktasında bulunuyor. Buraya ulaşmak için uzun merdivenleri veya füniküleri tercih edebilirsiniz. Biz Clignancourt bölgesinden yürüyerek geldiğimiz için füniküler tarafından değil, bazilikanın arka tarafından başka merdivenleri kullanarak çıkıyoruz. Görkemli kilisenin yanı sıra buradan görülen Paris manzarası da bir o kadar güzel.

Bazilikanın önünden bahçenin içerisinden merdivenlerle aşağı inebilirsiniz. Ama önce “Place du Tertre” yani sokak sanatçılarının olduğu meydana gidiyoruz. Burada sıra sıra sanatçılar (ressamlar) tezgahlarını açmış, bazısı manzara çoğunluğu ise insan portresi resmediyor. Turistler hatıralık olarak kendi portrelerini çizdiriyor ve fazlasıyla da bir talep var. Yine kafeler, restoranlar ve hediyelik eşya dükkanlarını da burada bulabilirsiniz. Tekrar bu meydana yakın, vaktiniz olursa uğrayabileceğiniz Dali müzesi var. Bizim acelemiz olduğu için uğrayamamıştık ama içimizde kalmadı da değil. Bir dahaki sefere artık:)

Montmarte

Bu güzel meydanın havasını da soluduktan sonra az önce bahsettiğim bahçeden merdivenleri inerek atlı karıncanın olduğu noktaya ulaşıyoruz. Bahçedeki banklarda oturup kuşları seyredebilir, veya birkaç basamak yukarıda bazilikanın önünden gelen sokak müziğinin tadını çıkarabilirsiniz.Atlı karıncanın olduğu noktadan “Paris’te 3 gece 4 gün: 2.gün” yazımda Amelie filmi sahnelerinden bahsederken bahsetmiştim. Bu noktada eğer bazilikayı arkanıza alıp sola dönüp biraz yürürseniz, uygun fiyata kumaşların satıldığı mağazalara ulaşıyorsunuz. Eğer ilginiz varsa, burada Halle Saint Pierre binasını geçtikten sonra Marche Saint Pierre adında, sanırım 4 katlı olması lazım, bir binada her çeşit metre usülü kumaş satılıyor. Biz buradan alışveriş yapmıştık, ama civarda başka mağazalara da bakabilirsiniz. Bence en güzeli ara sokaklarda kaybolmak her zaman, karşınıza ummadığınız kadar güzel mağazalar, kafeler çıkabilir:)

Böylece, bu kısa Paris gezimizi tamamlıyoruz. Kısaca toparlamamız gerekirse, Paris’te tarihi yerleri ziyaret etmek elbette güzel bir deneyimdi. Ancak bizim için çok daha güzel olan, sokakları keşfetmek, insanlarla selamlaşmak, bahçeleri, sokağı, kafeleri ile kısacası bu şehri yaşamaktı. Size verebileceğim en güzel tavsiye ise önceden günlerinizi planlamanız olur ve bir bölgeye ulaştıktan sonra civar sokaklarda kaybola kaybola gezmeniz.Elbette Paris bundan ibaret değil. Her adımda tarih ve sanata şahit oluyorsunuz. Kim bilir belki bir daha ziyaret eder ve farklı deneyimler ediniriz:) Umarım Paris’te 3 gece 4 gün yazı dizimiz hoşunuza gitmiştir. Bir sonraki rotamızda buluşmak üzere!

Yorum yap